Bu kitapla kızlara torpil geçtim
Bu ay Star Kitap Eki'nde yazar Tülin Kozikoğlu ile Mavibulut Yayınları'ndan çıkan yeni kitabı Bir Tanecik Oğlum ile ilgili bir söyleşi yaptım. Okumaya değer!
ASLI GÜR
Minikler
yazar Tülin Kozikoğlu’nu Lili ve Yedi
Çocuğu adlı serisinden tanıyor. Yaklaşık iki yıl önce yazdığı ve
birbirinden farklı ve eğlenceli yedi çocuğun yaşadıklarını anlattığı bu seride
amacı 2-5 yaş aralığındaki çocukları ‘kıkırdatmaktı.’
Kozikoğlu
Mavibulut Yayınları’ndan çıkan son kitabı Bir
Tanecik Oğlum’da ise hem minikleri hem de ebeveynleri düşünmeye
yönlendiriyor. Bir erkek çocuğunun annesine olan bağımlılığının işlendiği
kitapta Kozikoğlu ayrıca hayatın kimi zaman tıpkı masallardaki gibi pek
çoğumuza ‘kıyak’ geçeceğine de dikkat çekiyor. Tülin Kozikoğlu ile yeni
kitabını ve anne-çocuk ilişkilerini konuştuk…
Bir Tanecik Oğlum adlı kitabınızın ortaya çıkış
hikayesini anlatabilir misiniz?
Katıldığım bir yazı atölyesinde ödev olarak verildi;
anne-oğul ilişkisi üzerine bir öykü yazmamız istendi. Günlerce aklıma yazacak
bir şey gelmedi. Sonra bir gün yurtdışında tatildeyken pat diye aklıma düştü ve
önüme çıkan ilk kafeye girip garsondan kağıt kalem istedim. Garson büyükçe bir
kağıt bulamayınca kafenin içinde dört dönmeye başladım. Karşıma çıkan bir
çekmeceyi izinsiz açıp içinde ön tarafı Almanca bir takım yazılarla dolu bir fotokopi
kağıdı gördüm. Kağıdı alıp arka yüzüne yarım saat içinde öyküyü yazdım. Fakat
elbette ki sonrasında uzun bir editoryal çalışma yapıldı. Resimli kitaplarda
her kelimenin büyük önemi ve ağırlığı var. Ne bir fazla ne bir eksik olması
gerekiyor. Öykü dört yıl önce yazıldı, çizer arayışı ise üç buçuk yıl sürdü.
Çizer arayışınız neden bu kadar uzadı?
Öyküyü
hissetmek benim için çok önemli. Deniz Üçbaşaran öykünün içine mükemmel girdi, tam
anlamıyla hissetti. İlk çizdiği örnek, öyküyü yazarken gözümde canlanan
görselle öylesine bütünleşti ki sonrasında konuşmamıza hiç gerek kalmadı. Mesela
kitabın sonlarına doğru kahramanın ikiz kızları doğuyor ve huzursuzlanan
bebekleri yatıştırmak için kahramanımız kızlarının saçlarını okşuyor. Bu
‘saçları arkadan okşama meselesi’ Deniz Üçbaşaran ile aramızdaki uyuma iyi bir
örnek. Ben yazarken babayı, kızlarının saçını arkadan okşarken hayal etmiştim.
Onları kucağına almıyor veya önlerinde durup yollarını keserek okşamıyor
saçlarını. Sadece arkadan destek veriyor. Fakat bu detaylar metinde yer almıyor.
Ama çizim geldiğinde baba, kızların arkasında duruyordu. Anlayacağınız, Deniz
kitabı birebir aklımdaki gibi çizdi.
Peki siz yazarken nelere dikkat ettiniz?
Aslına
bakarsanız yazarken tamamen içimden geldiği gibi yazdım. Hiçbir şeye dikkat
etmedim, dikkat ederek büyüyü bozmadım. Fakat sonrasında, editoryal çalışması
yapılırken ‘demek istediğim tam olarak anlaşılıyor mu?’ sorusunu sordum.
Söylemek istediğimden fazlası veya azı olmasın metinde diye uğraştık.
Hayatın gülen yüzünü
göstermek hoşuma gidiyor
Çünkü ödevim
konusu anne-oğul ilişkisiydi. Kız evlat annesi veya erkek evlat annesini çok da
farklı bulmuyorum açıkçası. Aşağı yukarı aynı şekilde sarıp sarmalıyoruz, sevip
yüceltiyoruz, gerekli-gereksiz destekliyoruz, bazen boğuyoruz çocuklarımızı.
Tabii ‘erkek evlat-anne ilişkisi’nin Oedipus’tan bu yana yazılagelen ve
tüketilemeyen bir büyüsü var, o da ayrı. Belki de kız çocuklar/kadınlar daha
özgür ruhlu. Bu yüzden kitabımın sonunda kahramanımın kızları babaannenin
saçlarıyla ilgilenmiyorlar. Babaları başlarının arkasından onların saçlarını
okşayarak sakinleştiriyor kızlarını ama onlar diledikleri zaman babalarını arkada
bırakıp çekip gidebilirler. Kendi elleriyle yapışmıyorlar, kendilerini
kelepçelemiyorlar bir rahatlama unsuruna. Ama tabii bu da benim önyargım. Belki
de böyle değildir. Kız çocuklara, kadınlara biraz torpil geçtim galiba
Kitapta çocuğun her döneminde annesinin saçını
okşadığını görüyoruz. Bu davranışla neyi simgelemek istediniz?
Saç burada
bir bağımlılık unsuru. Bebeklerde bu çok sık rastlanan bir durum. Benim kızım
süt emerken kulak mememi mıncıklayarak uykuya dalardı. Saç okşamayı daha sık
duyuyorum. Bunlar büyüdükçe değişebiliyor. Bağımlılıklar, bir rahatlama unsuru
olarak çocukların her an gündeminde. Kimisi ayıcığına bağımlı kimisi
battaniyesine… Ben bu kitap aracılığıyla çocukların iç dünyasına
ulaşabileceğimize inanıyorum. Bağımlılıklar ha deyince konuşulabilen,
irdelenebilen zaaflar değil. Onlardan kurtulmak ağırdır, can acıtır. Oysa bu
kitap aracılığıyla çocukların bağımlılıklarına ilişkin sohbetlere yelken
açılabilir. Kitapta olduğu gibi bazen sorunla hayatta da kendiliğinden
çözülüyor. Bazen hayat da böyle hoş numaralar çekiyor bize. Çocuklara hayatın
bu gülen yüzünü göstermek hoşuma gidiyor. İlla her şey çalışıp çabalayarak,
uğraşıp didinerek olmak zorunda değil. ‘Hayat zor olmak zorunda değil, kolay da
olabilir’… Kitap, okuru bu ruh haline sokuyor.
Anneleri eleştirmek haddimi aşmak olur
Annenin sürekli tekrarladığı 'Sen benim bir tanecik
oğlumsun, mutluluğun için ne gerekirse yaparım' sözü var. Bu sözle aslında
annelerin çocuklarına bakış açısını mı özetlemek istediniz?
Ben bu
kitapta bir durum tespiti yapıyorum. Çocuklarımıza “onların iyiliği için” bir
takım destekler verirken düştüğümüz traji-komik durumu gözler önüne seriyorum.
“Böyle bir bakış açısı var” demekten öte ben “böyle bir içgüdü var” demeyi
tercih ederim. Esas olan bu içgüdüye rağmen anne olmayı başarabilmek. Çünkü
içgüdülerimiz bunu söylerken, aklımız bambaşka şeyler söylüyor. Annenin
özgürlüğü ve çocuğun özgürlüğü... Bu özgürlükle gelen mutluluk ve ruh sağlığı…
İşte annelik bu çelişkiyle boğuşma ve dengeleme sanatı bence.
Çocuğun annesine düşkünlüğü, annenin de çocuğa
düşkünlüğü... Anneler genellikle bebeklikten, çocuklarını böyle bir yaşama
alıştırıyorlar ve Türk kültüründe bu durumla çok sık karşılaşıyoruz. Siz de bunu
eleştirmek mi istediniz?
Kimisi bu
durumu eleştirdiğimi kimisi taltif ettiğimi düşünüyor. Bu da bana yapmak
istediğimi yapabildiğimi gösteriyor. Her iki uçta da okunabiliyorsa bu kitap,
tarafsız yazılabilmiş demektir. Çünkü amacım durum tespiti yapmayı becermekti.
Böylece bu konuya dikkat çekmek, ebeveynleri ve çocukları düşündürmek.
Edebiyatın amacı düşündürmek. Bu kitabı okuyan çocuk veya yetişkin bu konuda
biraz kafa yoruyorsa ne mutlu bana. Sonuçta ben de bir anneyim ve bu işin
“doğrusu-yanlışı” olmadığını, anneliğin bin bilinmeyenli bir denklem olduğunu
biliyorum. Bunu yapan anneleri eleştirmek haddimi aşmak olur.
Ama yine de kitabın sonunda annelik içgüdüsünün
kutsallığına, koruyuculuğuna da değinmeden geçmemişsiniz...
Uzaktan
yapılan bir koruyuculuktan korkmaya gerek görmüyorum. Güneydeki otellerimizde
dikkatimi
çekiyor. Yabancı ailelerin çocukları sessiz sakin, kendi kendilerine
eğleniyorlar. Aileler uzaktan gözlemliyor çocuklarını. Tehlikeli bir durum
olursa sessizce kalkıp gidiyor çocuğunun yanına, uyarıyor veya destek veriyor.
Türk aileler ise çok farklı. Anne-baba sürekli bir seslenme halinde çocuğuna;
“Ali atlama, Veli dikkat et, vs.”. Çocuklar da “Anne bak, baba bak!” diyerek
çığlıklar atıyor eğlenirken. Anne-babanın şahitliğinde deneyimlemek istiyor
hayatı. Hayatı yalnız yaşamayı öğretmeliyiz çocuklarımıza. “Hayatı yalnız yaşa
ama başın sıkışırsa benim arkanda olduğumu bil.” Vermemiz gereken mesaj bu
olmalı.
Okurlarımla zaaflarımda buluşuyorum
Siz de bir annesiniz. Kendinizden de ilham
aldığınız oldu mu?
Yazdığım her kitap biraz da kendimi sorgulama
sürecim olarak ortaya çıkıyor. Psikoloji
okuduğum için sorun-çözüm ilişkisi ilgimi çekiyor. Sorun yaşadığım noktalarda
bir öykü var benim için… Doğrusunun ne olduğunu bulamadığım konularda daha iyi yazıyorum
sanki. Bence “Ben tam değilim, kusurluyum” duruşum hissediliyor yazdıklarımda
ve bu samimi duruş okuru çekiyor benim kitaplarıma. İnsanlar zaaflarında
buluşurlar… Ben de okurlarımla
zaaflarımda
buluşuyorum
0 yorum:
Yorum Gönder